Canlılar var oluşlarını hareket kabiliyetlerine borçludur. Bazıları suda, bazısı ise su boyunca hareket etmeyi tercih eder.
“Mısır Nil’in bir hediyesidir”
Tarihin babası Herodot, Mısır gezisi bitiminde tam da bu cümleyi kaleme alacaktı. Milyonların yaşadığı Mısır uygarlığı, Nil’den noksan kalması durumunda koca bir hiçlikten ibaretti. Balıkçılar, çiftçiler, ruhbanlar, hükümdarlar ve yılda bir kez gerçekleşen su baskınları toplumsal sınıfları tutkal gibi bir arada tutuyordu. Kıtlık boy gösterdi mi, halk “barbarlara” katılacak ve piramit tabandan çatırdayacaktı.
YEŞİL KORİDORLAR
100.000-130.000 yılları arasında gerçekleşen kademeli nem artışı, dünyanın dört bir yanında iklimsel değişimlere neden oldu. Bu iklimsel kaos Afrika kıtasını es geçmedi: Aşılmaz Sahra çölünün yüksek tepeleri bu dönemde daha önce hiç olmadığı kadar yağış almaya başladı. Çöl ve sakinleri şanslıydı, su toprağı terbiye etti ve canlılık yeni habitatlara erişim sağladı. Düşük rakımlı bölgelerde binlerce vaha oluştu ve dağlarda biriken sular birleşecekleri denizlerin arayışına girdi.
Oluşan yeni habitatlar adeta bir ağ gibi Kuzey Afrika’yı sarmalıyordu. Uzun mesafeler kat edebilen Homo Sapiens için bu durum biçilmiş kaftandı; vahalar türümüze göç edebilecekleri yeni alanlar sağlarken, nehirler göç etmek için ideal rotalar haline geldi.
“Yeşil Koridorlar” olarak adlandırılan bu vaha-nehir ağının en popüleri kuşkusuz Etiyopya ile Mısır bölgelerini birleştiren koridordur. Bu işlek otoyol, günümüzde Avrupa, Asya ve Yeni Dünya halklarının ataları olan küçük bir insan topluluğunun Nil nehri boyunca ilerlemesine ve Levant bölgesinden tüm dünyaya dağılmasına ön ayak olmuştur.
(Görsel 2 kaynak: https://education.nationalgeographic.org/resource/global-human-journey/)
Nehirlerin başlattığı yolculuğumuz nehirler tarafından şekillendi. Farklı nehir karakterleri farklı çözümleri, çözümler ise yeni bilim dallarını ortaya çıkardı. Gelin birlikte 8000 yıllık ilkel kanomuza binelim ve akan suları takip edeceğimiz küçük bir yolculuğa çıkalım.
NEHİRLE TOPLAMAK
O da ne! Etiyopya’da bindiğimiz kano bizleri Mezopotamya’ya kadar götürdü. Bunu fiziksel olarak nasıl başardık bilmiyorum ama demiştim, kanomuz “sihirli”. Şimdi küçük bir mola verelim, kanoyu durdurduk ve çamurlu nehir yatağına ayak bastık. Burada görülecek çok şey var, nehir yatağı canlılık için adeta bir buluşma noktası.
Nehir yatakları canlı çeşitliliği bakımından olağanüstüdür. Suların taşıdığı verimli topraklar düzenli olarak nehir yatağına yerleşir ve bitki çeşitliliğini tetikler. Süreç domino etkisi misalidir; bitkiler böcekleri, böcekler ise hayvanları bölgeye çeker.
Durduğumuz noktadan biraz ileriye göz gezdirirseniz türdaşlarımızı görebilirsiniz. Nehirler, avcı toplayıcı atalarımız için neredeyse tüm toplama işini görmektedir. Yapılması gereken tek bir şey var: belli aralıklarla nehrin sunduklarını “hasat etmek”.
(Görsel 3 kaynak: https://education.nationalgeographic.org/resource/floodplains-ecosystem/)
Hasat etmeyi yalnızca mecazi anlamda kullandığımı düşünenler için bir sürprizim var, yanımdan ayrılmayın!
NEHİRLERİ HASAT ETMEK
Hiçbir dönüşüm ani ve doğrudan değildir: Ay’a ayak basmamız için öncelikle kayalıklardan kanatlarla atlamamız gerekmiştir. Bu durum tarım için de geçerlidir. Günümüzde tarıma geçişin denemeler, geri dönüşler ve ara formlardan oluştuğunu bilmekteyiz. Öyle ki, ilk tarım pratikleri nehir toplayıcılığı üzerine kurulmuş bir ara kattan ibarettir.
Nehirler taşkın döngülerine sahiptir. Taşkınlar sırasında toprak yer değiştirir, hava alır, suya doyar ve otsu bitkiler su aracılığıyla sökülüp atılır. Bir yerlerden tanıdık geldi mi, tarım öncesi toprak hazırlığının otonom halidir bu durum! Yapılacaklar listemiz yine epey boş kaldı anlayacağınız, tohumların zengin toprağa serpiştirmesi hasat için yeterlidir.
Taşkın suyu tarımı olarak adlandırılan bu yöntemin, tarımın keşfedildiği tüm noktalarda birincil olarak uzun süreler gerçekleştirildiği tespit edilmiştir. MÖ 3000 yılında Güney Amerika göçebelerinin, taşkınları tarım amacıyla kullandığı kanıtlanmıştır. Üstelik bu durum bölgeye endemik değildir: Taşkın suyu tarımı bakım gerektirmez ve göçebe hayata tamamen entegredir.
Bugünün perspektifinden baktığımızda kaçırılamayacak kadar gerçek bir olgu bizleri karşılıyor; tarım yapan göçebeler, savaşı yerleşik çiftçilere kaybettiler. Nehir yatakları tam zamanlı tarım arazilerine dönüşürken toplayıcılar gittikçe daha verimsiz alanlara itildiler. Değişim gelgitliydi ancak sonuç kaçınılmazdı. Nedenler akademik camiada tartışıladursun, biz sonuçları irdelemeye devam edelim.
NEHİR YATAĞI MEDENİYETLERİ
Bölgelerin çoğunlukla düz oluşu, küçük bir alanda yüksek verimde hasat alınabilmesi ve ulaşım imkanları neredeyse hiçbir istisnaya yer vermeksizin kurulan tüm antik şehirlerin sırtlarını bir nehre dayaması sonucunu doğal olarak doğurmuştur. Şehirlerde biriken üretim fazlalığı devleti oluşturmuş, devlet ise üretimi körüklemiştir. Tam da bu noktada nehirlerin bir bilinci olsaydı, tüysüz maymunlara sağladıkları sayısız avantajdan büyük bir pişmanlık duyarlardı! Devlet gibi kolektif bir yapının şehirlere halihazırda entegre ettikleri nehirleri “uslu” hale getirme çalışmaları kaçınılmazdı. Şekillendirme sırası insanlardaydı.
MISIR MEDENİYETİ: Tarım medeniyetlerinin istisnasız en köklüsü Mısır Uygarlığı’dır. 7000 km’lik uzunluğuyla Nil nehri, zamanla sakinlerinin zihinlerinde cömert ve düşünceli ama bir o kadar da tehlikeli bir tanrı imgesine dönüşmüştür. Tahmin edilebilir doğası ve balıkçılığa elverişliliği, bölge popülasyonunun 3800 senede 30 kat artmasını sağlamıştır (kulağa geldiğinden çok daha etkileyici bir sayı). Eski Krallık döneminde bile nehir kanallarla desteklidir; taşkın dönemleri takvim ve nilometreler aracılığıyla takip edilir, tarım arazileri geometri kullanılarak nehir yatağına uygun düzenlenir. Havza öylesine bereketliydi ki Mısır, Roma boyunduruğu döneminde imparatorluğun tahıl ihtiyacının üçte birini tek başına karşılıyordu.
FIRAT DİCLE HAVZASI: Fırat ve Dicle nehirlerinin sakinleri hiçbir zaman bir Mısırlı kadar sakin hayatlar sürememiştir. Toprak bereketlidir ancak ikiz nehirler hiddetlerini çok daha sık ifade eder. Taşkın dönemleri genellikle ekim için verimsiz mart-mayıs aylarında gerçekleşir ve oldukça yıkıcıdır. Suyun ilerleyen tarihlerde kullanılmak üzere depo edilmesi ve su yolları aracılığıyla tarlalara dağıtılması gereklidir. Üstüne üstlük Fırat Nehri sürekli şekil değiştirerek, kurulan mühendislik harikalarını bir çırpıda kullanılmaz hale getirmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Olumsuzluklar kenarda dursun, bunların hiçbiri bölge halkını yıldıramamıştır; öyle ki MÖ 4000 yılında Sümer halkının %80’inin şehirlerde yaşadığı tahmin edilmektedir.
(Görsel 4 kaynak: https://www.meisterdrucke.ie/fine-art-prints/French-School/1094997/Plan-of-the-City-of-Babylon,-Mesopotamia,-Around-the-5th-Century-BC-According-to-Herodotus.html)
Nehirler medeniyetlerin ortaya çıkmasına paralel şekilde yıkımlara da şahitlik etmiştir. MÖ 2200 ve MÖ 1200 yıllarında gerçekleşen kuraklıklar sonucunda birçok insan avcı toplayıcılığa geri dönmüş, bu durum Akad İmparatorluğunu çöküşe ve Mısır Eski Krallığını parçalanmaya sürüklemiştir.
Göçebe Homo sapienslerin, avcı-toplayıcı toplulukların ve “ilkel” tarım medeniyetlerinin nehirlerle olan tatlı sert ilişkilerini ele aldık ancak kanomuzun bizleri gezdireceği noktalar bitmedi. Önümüzde binlerce yıllık bir zaman aralığı var, hadi arayı kapatalım!
KÖLELEŞTİRİLEN NEHİRLER
Kuzey Avrupa yüzyıllardır sayısız nehrin beslediği ormanların ve devasa tarım arazilerinin hükümdarlığı altındadır. Mahalle boyutundaki feodal yapıların bile ayakta kalabileceği kadar verimli bu topraklar nehirlerin kullanım alanını ilginç bir şekilde genişletmiştir: Avrupalılar nehre prangalar bağlayıp onu bir köle gibi çalıştırır. Prangalar tabii ki de metafordur ancak altında yatan anlam doğrudur; Avrupa su değirmenleri kullanarak iş gücünü önemli düzeyde hafifletmeyi başarır.
Yeterince ilginç gelmediyse bir de şu yönden bakalım: Karmaşık nehir ağı Avrupalı tüccarlar için müthiş bir ulaşım yöntemidir. Kolay taşımacılık zamanla merkantilizmi mümkün kıldı ve günümüz kapitalist sisteminin oluşmasına vesile oldu.
(Görsel 5 kaynak: https://www.kimkim.com/c/road-trip-through-western-france-paris-normandy-the-loire-valley-8-days)
YARININ NEHİRLERİ
Bugünümüzü akan suyu takip eden atalarımıza borçluyuz. Yarın ise geleceğimizi Mars’ın nehir yataklarında canlılığa dair izler arayan yeni nesiller yazacak. Suyun peşinden gidebileceğimiz bir gelecekte görüşmek üzere!
MERAKLISINA
KAYNAKÇA
- Flood-Water farming on JSTOR. (n.d.). www.jstor.org. https://www.jstor.org/stable/209150
- Macklin, M. G., & Lewin, J. (2020). The rivers of humankind. In Emerald Publishing Limited eBooks (pp. 29–46). https://doi.org/10.1108/978-1-83982-984-020201005
- Coulthard, T. J., Ramirez, J. A., Barton, N., Rogerson, M., & Brücher, T. (2013). Were Rivers Flowing across the Sahara During the Last Interglacial? Implications for Human Migration through Africa. PLoS ONE, 8(9), e74834. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0074834
- Masojć, M., Nassr, A., Kim, J. Y., Krupa-Kurzynowska, J., Sohn, Y. K., Szmit, M., Kim, J. C., Kim, J. S., Choi, H. W., Wieczorek, M., & Timmermann, A. (2019). Saharan green corridors and Middle Pleistocene hominin dispersals across the Eastern Desert, Sudan. Journal of Human Evolution, 130, 141–150. https://doi.org/10.1016/j.jhevol.2019.01.004
- Wang, H., & He, G. (2022). Rivers: Linking nature, life, and civilization. River, 1(1), 25–36. https://doi.org/10.1002/rvr2.7
- Deltas and humans. (n.d.). Google Books. https://books.google.com.tr/books?hl=tr&lr=&id=uBUBDQAAQBAJ&oi=fnd&pg=PA1&dq=rivers+in+early+civilization&ots=ucvdZGtOr8&sig=aQ-VY2zf2PFjNcSKrUcf_o2s6zI&redir_esc=y#v=onepage&q=rivers%20in%20early%20civilization&f=false
- SCOTT, J. C. (2017). Against the Grain: A Deep History of the Earliest States. Yale University Press. https://doi.org/10.2307/j.ctv1bvnfk9
Yazar: Revan KİŞİBEYOV / Yıldız Teknik Üniversitesi – Moleküler Biyoloji ve Genetik
Merhaba, ben Revan. Yıldız Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde okuyorum. Yeni yerler keşfetmek, rapor yazmak ve yemek yemek üzerine düştüğüm aktivitelerdir. Aynı zamanda kitap okumaktan ve film izlemekten hoşlanıyorum.
Editör: Fatmanur ARSLAN / Yıldız Teknik Üniversitesi – Moleküler Biyoloji ve Genetik
Selam, ben Fatmanur. Yıldız Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde okuyorum. Tembel hayvanlara ve bu eşsiz canlıların büyülü dünyalarına bayılırım. Yemek yemek ve gezmek hayatımda büyük yer kaplar. Ek olarak; birçok dans branşıyla ilgileniyorum!