EPİGENETİK : GENETİĞİMDEKİ TRAVMALAR BENİM KADERİM Mİ?

Geçmişteki akrabalarımızdan pek çok şeyi genetik olarak miras alırız. Surat biçimimiz, vücut tipimiz illaki geçmişten birilerini anımsatır. Sadece fiziksel özelliklerimiz değil; korkularımız, olaylara verdiğimiz tepkiler de atalarımızın birer hediyesi olabilir. Bilim insanları bunun sebebinin epigenetik olduğunu savunmakta. Ünlü biyolog Conrad Waddington’a göre epigenetik, DNA dizisindeki değişimlerle ifade edilemeyen, hücre bölünmesiyle başka hücrelere aktarılabilen, gen fonksiyonundaki değişimlere denir. Bir başka deyişle ebeveynler yaşadıkları olayların etkilerini yavrularına epigenetik mekanizmalar ile aktarabilirler. Fakat yaşanan tecrübelerin sadece 1. nesil yavru döllere aktarıldığını kabul ederek torunlara ve onlardan sonra gelen nesillere haksızlık etmiş oluruz.

Görsel:BBC

Atalarımızdan Gelen Korkular

Bu veriler bizi “atalarımız mağarada ateş yakamadığında strese girip hanıma rezil olduk düşünceleriyle boğuştuğu için ben de bir şeyi başaramadığımda strese giriyorum” gibi komik bir sonuca götürebilir. Bu teorik olarak mümkün olsa da durum sanıldığı kadar basit değil.

Farklı çevresel şartlar canlının epigenetik özelliklerinin tümünü kapsayan epigenomunun yapısını değiştirebilir. Epigenomun sanıldığından daha aktif olduğunu şu şekilde anlayabiliriz. Genetik özellikleri tıpatıp aynı olan tek yumurta ikizlerinde bile epigenetik profiller birbirinden çok büyük noktalarda ayrışırlar. Bu epigenetik değişimlerin büyük çoğunluğu embriyogenez yani organların farklılaştığı dönemde embriyoda gerçekleşir. Ancak tek farklılık embriyogenez dönemine ait değildir. Çünkü ebeveynlerin çocuk sahibi olana kadar yaşadıkları travmalar da epigenomda değişikliklere sebep olur ve bu durum yavru dölün epigenomunu da etkiler.

Çevresel Faktörler ve Epigenetik

Peki ya çevresel etkenler epigenomumuzda ne derece etkili? Bilim insanları, bu soruya cevap bulabilmek için fareler üzerinde birçok araştırma yapmış. Deneylerden birinde şefkat duygusunu test etmek öncü olmuş. Tıpkı insanlarda da olduğu gibi bazı fareler yavrularına diğer annelere göre daha çok şefkat gösterir. Bunun sonuçlarını incelemek için yapılan bir deneyde bilim insanları, yavru ve anne farelerden oluşan iki farklı grup seçmiş. Farelerde şefkat duygusu, emzirme ve yalama eylemleri ile aktarıldığı için deney grupları bu eylemler öncülüğünde belirlenmiş. İlk gruptaki anne fareler, yavrularını fazlasıyla emzirmiş ve yalamış. Diğer gruptaki anne fareler ise yavrularına sadece hayatta kalmasına yetecek kadar besin vermiş ve yavrularını minimum düzeyde yalamış. Bu iki gruptaki yavru fareler, stres ve depresyon durumlarına verdikleri tepkilere göre incelendiğinde daha fazla bakım gören grup stres faktörlerine karşı çok daha düşük seviyelerde tepki verirken anne sevgisinden uzak yetiştirilen grup sıkıntıya düştüğünde kendine zarar verecek kadar olumsuz tepkiler vermiş.

Şekil 2

Başka bir deneyde ise araştırmacılar bir grup fare üzerinde koşullu şartlandırmanın etkilerini incelemişler. Bu deneyde, gözlemciler her gün aynı saatte olmak üzere farelerin bulunduğu ortamda bir zil çalmış ve zil sesinin hemen ardından farelere elektroşok uygulamışlar. Uzun bir süre sonra farelere elektroşok uygulanmadığı halde sadece zil sesini duyan fareler titremeye başlamışlar. Yani fareler zil sesinin ardından titremeye şartlanmışlar. Araştırmacılar asıl şaşırtıcı sonucu deney grubundaki farelerin yavruları üzerinde gözlemlemişler. Deneye tabi tutulan farelerin çocuklarını ayrı bir odaya alıp onlara anne-babalarına çaldıkları zil sesinin aynısını aynı saatte çalmışlar. Bunun sonucunda yavru farelerin hepsi tıpkı ebeveynleri gibi titremeye başlamış. İşte bu deneyle ebeveynlere yaşatılan herhangi bir tür travmanın doğrudan çocuklara geçebileceği ve yavruların anne-babalarıyla aynı tepkiyi verebilecekleri ispatlanmış.

Kötü Mirasın Tedavisi

Yapılan çalışmalar, epigenetiğin sadece gelişim sırasında değil, erişkin yaşamda da gen ifadesinin akut olarak değişiminde etkili olduğunu aynı zamanda genlerin travmaları aktarabileceğini kanıtlıyor. Epigenetik değişimler kalıcı olmakla birlikte dönüştürülebilir niteliktedirler. Yani ilaç kullanmak, tedavi görmek ve çevresel koşulları değiştirmek gibi dışarıdan yapılan etkiler sonucunda gen ifadesi kontrol edilebilir bir nitelik kazanır. Yani benim bir travmam var ve ben kesin olarak bu travmadan etkilendim diyerek kenara çekilmek yok. Var olan düşünce tarzını değiştirmek gibi farklı yöntemlerle genetik olarak aktarılan olumsuz deneyimlerin olumlu yöne çevrilmesi mümkün. Genetikçilerin ilgili gen bölgesini embriyonal dönemde tespit edip değiştirmesi bu sorunu kökten çözmek için yeterli. Örneğin araştırmacılar çocukluk döneminde yaşanan istismarın veya erişkin yaşamdaki stresin serotonin salgısıyla ilgili genin DNA’ya bölünme emrini veren kısmında kısa alele sahip kişilerde depresyona neden olduğunu ispatlamışlar. Bir başka deyişle insanın kendini mutlu hissetmesini sağlayan serotonin salgısıyla alakalı gen bölgesinin kısa olması stres ve başka etkenlerle birleşince depresyona sebebiyet veriyor. Gen ifadesini değiştirerek, içsel ve çevresel sinyallerin genomda bütünleştirilmesini sağlayan düzenlemelerle, psikiyatrik hastalıkların tedavisinde farklı yöntemler geliştirilebilir veya genetik yatkınlık taşıyan insanlara önceden müdahile edilebilir. Belki de psikolojik sorunlara epigenetikle kökten bir çözüm getirmek mümkündür, kim bilir?

Kaynakça

Görsel Kaynakçası

EDİTÖR

İrem Yeşilyurt

Merhaba ben İrem, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Biyomühendislik bölümü öğrencisiyim. Çocukluğumdan beri çizim yapmaya ve yazı yazmaya ilgim var. Özellikle de en sevdiğim doğa bilimi olan biyoloji ile alakalı yazmak, araştırmalar yapmak beni oldukça keyiflendirir. Emeğimin geçtiği yazıları hepinizin keyifle okumasını ve içeriklerdeki bilginin ufkunuzu açmasını diliyorum. İyi okumalar.

Share on facebook
Facebook
Share on twitter
Twitter
Share on linkedin
LinkedIn
Share on whatsapp
WhatsApp
Share on email
Email
Share on print
Print

Siz de fikrinizi belirtin

Genel
Merve Günay
DNA DİZİLEME YÖNTEMLERİ

DNA, canlıların biyolojik varlığı için gerekli olan genetik talimatları taşıyan nükleik asittir. Hücrenin yönetici molekülüdür. DNA içerisinde bulunan bilgiler (genler) RNA’ya kodlanır. RNA’da bulunan bilgiler ise protein olarak ifade edilir. 1953 yılında DNA’nın yapısı Rosalind Franklin, Francis Crick ve James Watson tarafından keşfedildi. DNA çift sarmaldan oluşmaktadır. Bir sarmalda 4 çeşit baz bulunabilir; Adenin, sitozin,

Okumaya devam et »
Genel
Merve Günay
EVRİMSEL DİYET

Homo sapiens, günümüze gelmeyi başaran tek insan türüdür ve yemek pişirebilme türümüzün temel özelliklerinden biridir. Evrimsel süreçte atalarımızın beslenme eğilimleri ve besinlere olan yaklaşımı değişmiştir. İnsan ve şempanze türleri son 6 milyon yılda evrimleşmiştir. İnsan türünün altındaki bilinen 14 farklı tür bu süreçte evrimleşmiştir. Zamanla yaşam koşullarının değişmesiyle türlerin yedikleri besinlerde de değişim olmuştur. Şempanzeler,

Okumaya devam et »
Genel
Hüma Coşkun
İNSANLARIN EVRİMLEŞMESİ

Yüzyıllar boyunca bilim dünyasının sıkça tartıştığı konulardan biri “Evrim Teorisi” olmuştur. Bununla birlikte, öncelikli olarak insanların nereden ve nasıl evrimleştiği merak edilmiştir. Yapılan birçok araştırmanın ve araştırmalarla elde edilen kanıtların sonucunda insanların maymunlardan evrimleştiği açıklanmıştır. Kimileri bunu aşağılayıcı bir yorum olarak düşünüp bu gerçeği kabul etmemiştir. Ne kadar itiraz edilip kabullenilmese de bilimsel olarak insanın

Okumaya devam et »
Genel
İrem Yeşilyurt
BİYOTEKNOLOJİ DEVRİMİ: SENTETİK ORGANELLER

Canlılar ya tek ya da birden çok hücreden oluşurlar. Her hücrede de tıpkı memeli hayvanlarda olduğu gibi yaşamsal fonksiyonların devamlılığını sağlayan, bir nevi organ işlevi gören yapılar bulunur. Bu yapılara “organel” denir. Bazen organellerde işlevsel bozukluklar görülebilir veya laboratuvarda bir organik madde sentezlenirken organellerin ürettikleri yan ürünler üretilen organik maddeye zarar verebilir. Bu tip durumlar

Okumaya devam et »
Go to Top